Şiir ve sihir arasında bir münasebet kurulabilir mi?

Türkçe lisânında etimolojik olarak ‘şiir’ ve ‘sihir’ arasında bir benzerlik söz konusu. Her iki kelimenin de Arapça kökenli olduğu bir vakıa. Bu iki kelimenin yazılış bakımından Arapça hâlleri birbirine çokça benziyor: Şi’r ve sihr. Benzer harfler şiir ve sihir kelimelerinde karşımıza çıkıyor; sihir kelimesinde ilâve bir ‘h’ harfi var. Ancak bu kelimelerin kökenlerini etimolojik olarak değerlendirecek bir mütehassıslığım yok. Fakat her iki kelimenin Arapça kökeninde de benzerlik tespit edebiliyorum.

Peki, her iki kelimenin benzerliği sadece yazılış bakımından mıdır?

Çoğunlukla, bize güzel görünen ya da halka mal olmuş şiirlerde sihirli ve efsunlu bir hava buluruz. Şiiri var eden metin, yazı mühendisliğinin ve ince işçiliğin ötesine geçmiştir. Artık sadece ambiyans vardır. Şiir metnin ötesindedir ve bir muhatap olarak, – âdeta bir insan gibi karşımızdadır. Şiir bizle konuşur, biz şiirle.

Şiir ve okuyucusu arasındaki böylesi bir diyalektik içinde teneffüs edilecek sihirli bir esinti var mıdır? Bana kalırsa, şiir özü itibarıyla sihirli sözcükler yahut cümlelerle var olabilir ancak bizim şiirde bulduğumuz başka bir tür duygudaşlıktır.

Sihir, şiirin perdesidir ya da dış çeperindeki zarıdır. Ötesine geçildiğinde bulacağımız, naylon kılıfın ardına geçen, bize dair hissettiğimiz ve içerisinde kendimizi bulduğumuz şiirdir.

Hayatın içinde bulduğumuz şiirde de benzer bir durum söz konusu olabilir. Tanıdığımız yeni bir insan bize efsunlu gelir, sihirlidir. Ancak bu tavır o insanı kendisi olarak insan yapan çok az bir kısımdır. Öteye geçtiğinde, o insanın hakiki tabiatına vakıf olursun.

Dolayısıyla, yeni bir şiirle karşılaşmak yahut okumak yeni bir insanla tanışmak gibidir. Bu, edebiyatın öykü ya da roman gibi öteki türlerinden başka olarak şiire mahsus bir hâldir.

Yine, öteki edebi türlerden farklı olarak edebiyatın en sihirli alanlarında karşımızda yine şiir vardır. İyi bir şiir bizde öteki türlerin çok ötesinde bir tesir bırakabilir. Ama şiir, sihir değildir. Hokkabazlık ya da cambazlık da değildir.

Çoğunlukla hayatımıza dokunan birçok şiir büyük acılardan, insanlık dramlarından, hayatın sillesini yemiş olmaktan müteşekkildir. Tragedya olsun yahut komedya; bu böyledir.

Bu yüzden, iyi şiir kendini burjuvaziden olabildiğince uzaklaştırmıştır. Şair, aristokrat değildir ancak şiiri dibine kadar asil ve soyludur. Şiiri, sihire yaklaştıran atmosferlerden biri de budur. Türk edebiyatında da bütün iyi şairler ve şiirler aristokratik bir tavır takınmışlardır.

Burada bir parantez açmalı ve yazıyı öyle bitirmeli: Türk şairinin karşısında öyle ya da böyle hasbelkader bir Türk burjuvazisi vardır ancak izleyebileceği bir Türk aristokrasisi yoktur. Bu yüzden, Türk şairinin karşısına çıkacak ilk aristokrasi İngiliz kraliyeti başta olmak üzere Avrupa örnekleridir. Türk şairi, muhakkak köklerini Osmanlı devri divan edebiyatında da arayacaktır. Ancak modern anlâmda Türk şairi köksüzleştirmeye karşı mukavemet göstererek şiirlerini meydana getirmiş ve kendine varlık alanı aramıştır.

 Gazi Giray Günaydın

gazigiraygunaydin@gmail.com