Louis-Ferdinand Céline, Miguel de Unamuno, Thomas Bernhard, Osamu Dazai ve şimdi de Robert Musil… İki Avusturyalı, bir Fransız, bir İspanyol, bir de Japon. Bu beş roman yazarının farklı kitaplarını okumakla meşgulüm. Bu yazarlar arasında daha önce böyle bir bağıntının kurulup kurulmamasından bağımsız olarak Céline’nin, Unamuno’nun, Bernhard’ın, Dazai’nin ve Musil’in romanlarında ne aradığıma aldırış etmeden ne bulabildiğime bakıyorum. Bu yazarlar ve metinleri bende nasıl bir intiba bırakıyorlar?

Céline’den başlamalı. Çünkü o tam manasıyla retorik ustası. Romanlarında hem sözünü ettiği konular açısından hem de anlattıklarını zekice ironiye vurabilmesi açısından Céline çok başka. Seçtiği konuların ilgi çekiciliği ve ironi bir araya gelince tabii olarak sürükleyici metinler ortaya çıkıyor. Öteki dört yazarda bulunmayan başka bir çekiciliğin Céline’de olduğunu söylemek gerek.

Ve Thomas Bernhard: Fütursuz görünen adam... Üslubu, biçim kaygısı ve metinleri en az Céline kadar iyi. Thomas Bernhard’ın romanlarında bambaşka bir kurgu ve söylem işçiliği var. Bernhard’ın henüz Kireç Ocağı’nı okudum. Beton, Bitik Adam ve Sarsıntı’yı da okumalıyım, hissi bırakıyor tek metinle Bernhard. O, insan sevmez aksi bir adam. Karakterindeki bu hırçınlığı Bernhard’ın metinlerinden anlamak pek güç değil. En bayağı hâller Bernhard’ın anlattığı konular arasında ancak onun her zaman temkinli olduğunu ve metinlerinde özenle ince işçilik yaptığını söylemeliyiz. Bernhard’ın metin içerisindeki ince işçiliği, anlattığı konularda ve dil bilgisi gramer yapılarını kullanma becerisinde kendini belli ediyor. Tıpkı Céline’de olduğu gibi Bernhard metinlerinde de imla kuralları mükemmele yakın bir şekilde yapıbozuma (deconstruction) uğruyor. Böylelikle, Céline’de ve Bernhard’da her iki metin yeni bir kişilik kazanıyor.

Osamu Dazai… Çılgın bir Japon. Dazai’nin hiç bitmeyen gençliğini, sermestliğini ve ergenliğini anlamak için İnsanlığımı Yitirirken ve Meteliksiz Öğrenci’yi okumak yetti. Dazai’nin eserlerinin de sürükleyici olduğunu söylemek mümkün. Fakat Dazai biçim ve üslup açısından Céline ve Bernhard kadar zanaatkâr değil. Belki de romanlarının çevirisiyle alâkalıdır. Ancak her şeye rağmen, Osamu Dazai, anlatmak istediği hikâyeyi okuyucuya olabildiğince yalın bir sadelikte verebilen bir yazar. Zaten, Dazai’nin de anlatmak istediği hikâyenin ana temaları kendi hayatının girdapları ve bunalımları etrafında dönüyor. Dolayısıyla da Thomas Bernhard’ın aksine Osamu Dazai’nin metinleri incelikli ve titiz bir şekilde inşa edilmiş izlenimi bırakmıyor.

Robert Musil için ne söylemek gerekir? Bunu gerçekten bilmiyorum. Çünkü Robert Musil ismiyle kendisinden çok büyük bir beklentinin oluştuğu bir yazardı. En azından, Niteliksiz Adam gibi kült bir kitapla bende önemli miktarda beklenti oluşturmuş bir yazardı. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki Robert Musil, öteki Avusturyalı Thomas Bernhard kadar iyi bir yazar değil. Musil’in metinlerinde hikâyeye dâhil olmak çok güç. Daha doğru ifadeyle, Musil, okuyucu olarak bize bir hikâye anlatmıyor. Postmodern bir deneme de yapmıyor. Hâliyle, Musil metinlerinde elle tutulur bir hikâye arıyorsunuz kurguda ancak mevcut hikâye çiğ ve yavan kalıyor. Hikâyede noksanlıklar bulununca metin de sürükleyiciliğini kaybediyor. Ortada bir hikâyecik var; fakat konu iyi işlenmemiş olunca hikâye de cazibesini kaybediyor. Robert Musil, hikâye konusunu işlemekte ne kadar berbatsa; Miguel de Unamuno’nun benzer temadaki hikâyeleri işlemekte ve sürükleyici bir şekilde anlatmakta o kadar marifetli olduğunu söyleyebiliriz.

Evet, Miguel de Unamuno ile devam edebiliriz. Unamuno, tam mânâsıyla modernist bir yazar. Onun anlattığı hikâyelerde Céline’nin ya da Bernhard’ın aksine ince metin işçiliği yok. Metnin biçiminden çok anlattığı hikâyeyle öne çıkmaya çalışan bir romancı, Miguel de Unamuno. Okuduklarımdan arasında Sis’de ve Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz’de Unamuno anlattığı öykülerin spektrumuyla kısa bir süre için okuyucuyu kendi hikâye dairesinin içerisine alıyor. Dolayısıyla da Miguel de Unamuno keyif verici bir yazar: Céline kadar eğlendirmiyor ancak anlattığı hikâyeyle okuyucunun dikkatini çekmeyi ve merak uyandırmayı başarıyor.

Aristokrasinin gündelik hayatından kesitleri okuyucuyu sıkmadan sunuyor Unamuno. Açıkçası, ben romanlarda aristokrat karakterlerin olduğu hikâyeleri pek sevmem. Ama Miguel de Unamuno okuyucuyu sıkmayacak şekilde aristokrasi hikâyeleri anlatmasını biliyor. Bunun aksine, Robert Musil’in Üç Kadın’da “Portekizli Kadın” öyküsü Unamuno’nun aristokrasi öyküleri kadar iyi değil.

Bu beş yazarı gelişigüzel diyebileceğimiz bir olasılık içerisinde çapraşık bir okuma serüveni hâline getirmeye çalışıyorum. Céline’den, Unamuno’dan, Bernhard’dan, Dazai’den ve nihayet Musil’den okuduklarım arasında bende nasıl bir intiba kaldığını yazmam gerektiğini düşündüğümden bu yazarları böyle bir yazı içerisinde bir araya getirdim. Musil’e haksızlık yapmış olabileceğim fikri bu yazıyı yazarken bende kalan duygulardan oldu. Belki de Musil daha dikkatli okunmalı. Robert Musil, öteki Avusturyalı Thomas Bernhard kadar incelikli bir kelime işçisi değil. Yine de Musil, Genç Törless’in Buhranları romanıyla sürükleyicilik ve hikâye açısından ‘durumu kurtarmasını’ biliyor.

Gazi Giray Günaydın

gazigiraygunaydin@gmail.com