Türkiye’de siyaset, eski çalkantılı dönemlerinin aksine bir süredir kendine bir muvazene kazanmış vaziyette. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi siyasetin istikrar kazanması ve hizmet odaklı çalışabilmesi açısından önemli bir basamak oldu.
Bu ülkede yaşayan insanlar olarak siyasetin kazandığı bu muvazene Türkiyelilik üst kimliği çatısını benimseyen herkesi memnun etmeli.
Buna mukabil, Türkiye’de siyaset retoriği 2000’ler öncesine kıyasla daha tatsız tutsuz. İkinci milenyum çağından önce siyasi tartışmaların bugüne kıyasla çok daha ‘renkli’ ve ‘entelektüel’ olduğu bir siyasal münazara söz konusuydu. Tabi, Türkiye’nin çok daha farklı olumsuz mânâda uğraşmak durumunda kaldığı meseleler vardı. İstikrar yoktu. Siyasal polemikler, özgürlüklerin kısıtlanması ve insan hakları ihlalleri Türkiye ekonomisinde de güvensizlik var ediyordu.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Tayyip Erdoğan uzun yıllardır devam ettirdiği siyaseti Türkiye’de bir istikrar ortamını tesis etti. Siyaset kurumu bir yandan ‘siyasette insan kalitesi’ ve ‘siyasal tartışmalar’ cihetinden daha durağanlaşırken; öte yandan da Türkiye’de yatırım ve üretim yapma, askeri savunma teknolojileri geliştirme ve ekonomi kötüye gitse dahi insanların hayat kalitelerini düzeltme imkânı vücut buldu. Tabi, siyasal tartışmaların olmadığı bir istikrar ortamı tek başına refah ve kalkınma için yeterli değil.
Bugün, 2024 yılının son günlerinden geriye doğru bakınca, elbette siyasette tartışmaların olduğunu ancak bu siyasal polemiklerin ve söylemlerin meseleleri ileriye taşıyacak müspet bir kalibrede olmadığını görüyorum. Siyasal tartışma ve polemikler siyasetçilerin birbirleriyle TBMM’de kavga etmesi ya da birbirlerine hakaret etmesi değil.
2000’li yıllardan sonra siyasette heyecan oluşturabilecek siyasal retorik çoğunlukla Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirildi. Bu mânâda, zekâ ve şiirsel bir formasyon içeren bir başka siyasal söylem CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in konuşmalarında da aralıklarla tezahür ediyor.
Türkiye’de siyasetten bahsederken Ortadoğu’da ne olup bittiğinden bağımsız kalamayız. Ortadoğu’nun hâli ortada ve bizim huzurla güven içinde yaşayabilmek için yalnızca tek bir vatanımız var.
Ortadoğu’da bitmeyen savaşlar ve emperyal politikalarla istikrarsızlaştırılmaya çalışılan ülkelerin vaziyeti ortada. Katilliğinden gocunmayan devlet İsrail’in Gazze’de insanları kadın çocuk ayrımı yapmaksızın nasıl fütursuzca öldürdüğünü ajanslardan takip etmekle yetiniyoruz.
Son olarak, geçtiğimiz hafta, Suriye’de Esad rejimi son bularak yönetim Suriyeli muhaliflere geçti. Esad ve ailesinden geriye sürdürdükleri lüks hayatın izleri ve hapishanelerde işkence ettikleri ve öldürdükleri insanların görüntüleri kaldı.
Hatırlıyorum, 2011 yılında üniversitedeydim ve Mısır’da ‘Arap Baharı’ protestolarıyla Hüsnü Mübarek devrilmişti. Sonraki seçimlerde ise Müslüman Kardeşler çoğunluğu kazanmış ve Muhammed Mursi başa gelmişti. Çok geçmedi, birkaç yıl sonra 2012 ve 2013 yıllarında Mısır ordusu askeri bir müdahale ile yönetime el koydu. Muhammed Mursi gözaltına alındı ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi oldu.
Arap Baharı ve Mısır’da Müslüman Kardeşler ile Mursi’nin iktidara gelmesi, her ne kadar birçok kimselere göre insan haklarının ve özgürlüğün bir nişanesi olarak kabul edilse de bazılarına göre, Ortadoğu’da Amerikan yanlısı bir politika olarak görünüyordu ve çeşitli itirazlara neden oluyordu. Nihayetinde, Muhammed Mursi liderliğindeki Müslüman Kardeşler iktidarı kalıcı olmadı ve Mısır’da bugün de hâlen göreve devam eden Sisi Cumhurbaşkanı oldu.
Bunları şu sebeple anlatıyorum: Üniversitede iken Tunus’ta başlayan ve Mısır’la devam eden bu Arap devrimlerinin son durağının Suriye olacağı ve olması gerektiği algısı Ortadoğu siyasetiyle ilgilenen ve Ortadoğu’da demokrasi, istikrar ve barış isteyenlerin arasındaki yaygın kanaatti. Gelgelelim, o yıllarda Ortadoğu’da ardı sıra devrimler olurken Suriye’de Esad rejimi çok kuvvetli görünüyor, Rusya’nın da desteğine sahip olduğu için yıkılması olanaksız kabul ediliyor ve hatta Suriye’de Esad rejimi Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun istikrarı için gerekli görülüyordu.
Yakın zamana kadar Türkiye’de de bazı kimseler Esad’ın Suriye’de istikrar sağlayabileceğine yönelik görüşler mevcuttu. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esad’la ilişkisi bozulmuş olsa da Erdoğan bölgenin istikrarı ve Türkiye’nin sınır güvenliği açısından Esad’a bir çağrı yaptı ancak karşılık bulamadı. Nihayetinde, Suriye’de Esad rejimi son bularak Suriye’de yeni bir dönem açıldı. Yaklaşık 10 sene önce imkânsız görünen bir vakıa bugün gerçek oldu.
Suriye’deki devrimi Arap baharıyla başlayan silsilenin bir parçası olarak mı görmeliyiz? Suriye’de benim de müspet bulduğum ve insan hakları ihlallerinin son bulması açısından desteklediğim önemli bir devrim olduğunu söyleyebiliriz ancak Esad’ın Rusya’ya sığınmacı olarak gittiğini de göz önünde bulundurursak; Suriye’de muhaliflerin askeri başarısı Amerikan yahut İsrail menfaatine yarayacak bir devrim midir?
Böyle diyenler ve bölgede terör örgütleriyle istikrarsızlaştırmaya çalışanlar muhakkak olacaktır. Böylesi bir Amerika ve İsrail taşeronluğuna fırsat vermeden Suriye yeni yol haritasını çizmelidir. Gerek Suriyeliler açısından gerek Türkiye’den baktığımızda insanlık, demokrasi, özgürlükler ve insan haysiyetine yaraşır bir hayat sürebilmek açısından Türkiye’nin de desteklediği muhaliflerce gerçekleştirilen, 10 sene önce imkânsız görünen bir devrimin Suriye’de gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Suriye’de beklenmeyen ve ne denli kalıcı olabileceği şimdilik muamma olan bir devrim gerçekleşti. Peki, şimdi, bundan sonra ne olacak?
Birçoklarının, Ahmet Davutoğlu’nu eleştirmek için dile getirdiği ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 5 Eylül 2012’de ifade ettiği, “Şam’da Emevî Camii’nde Namaz Kılacağız” sözü artık mümkün değilse, nedir? Daha 10 sene önce Rusya’nın desteğini arkasına alan Suriye rejiminin yıkılması imkânsız görünürken, bugün, Türkiye’nin ve bölgedeki Müslümanların geldiği nokta açısından tarihi günlere şahitlik ettiğimiz aşikâr.
Ve bu yazının yazıldığı sıralarda İbrahim Kalın, Şam Emevî Camii’ne giderek namaz kıldığını ajanslardan öğreniyoruz. Ertesi gün de Esad’ın ardından Şam Emevî Camii’nde ilk Cuma namazı kılındı ve Türk bayrakları asıldı.
Tabi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basiretini ve Dışişleri Bakanlığı yaptığı zamandan beri Ortadoğu’daki halkların kardeşliğini ve Ortadoğu’da barışı savunan ilk ve nadir kişilerden olan Ahmet Davutoğlu’nun beynelmilel politikalarla ilgili tavrını takdir etmek gerekiyor. Yine, Ortadoğu siyasetinde Erdoğan ve Davutoğlu’nun yaklaşımlarını benimseyen ve Türkiye’nin birçok beynelmilel siyasetinde beraber teşrikimesai yaptıkları İbrahim Kalın’ı ve Hakan Fidan’ı da Suriye’nin ve Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde Türkiye’nin tavrını belirleyen önemli isimler olarak zikretmek icap ediyor.
Gazi Giray Günaydın