Başka bir kitapla devam etmek isterim: Kıymetli yazar ve şair büyüğüm Ali Ayçil’in Karşı Roman kitabı. İletişim Yayınları etiketiyle iki bin yirmi dört yılında bu kısa roman yayınlandığında hemen bir tane satın aldım. Birkaç sayfasını okudum ancak hikâyeye bir türlü dahil etmedi beni roman. Şimdilerde, yeniden okuyorum ve kendimi hikâyenin ya da Savunmanın içinde buldum.
Ali Ayçil, Mehmet Manas karakteri üzerinden çocukluk günlerinden, üniversitede tarih okuyan delikanlılık zamanlarına ve nihayet İstanbul’da bekâr hayatı yaşayan bir entelektüel karakterine bürünerek, kendi hayatını irdeliyor.
Romanda, çocukluğundan beri soğuğa ve yürümeye mecbur bırakılmış ve bu yüzden yürümekten nefret eden Mehmet Manas karakterinin, İstanbul sokaklarında, – en çok da Bağlarbaşı metro istasyonu etrafında çokça yürüdüğünü, bu yürüyüşler sırasında Savunmasını paradoksal bir biçimde var ettiğini ayrıca belirtelim.
Karşı Roman, taşra ile İstanbul’da yaşamanın başarılı bir mukayesesini yapıyor. Köy hayatıyla İstanbul’un modernleşmesi karşı karşıya geliyor. Bir tarafta Erzincan’ın Armıdan köyünden Hagop Mintzuri ve Köy Derneği Başkanı Mümtaz Taşoluk; öbür tarafta Mehmet Manas ve Berna’nın bütün bu hayatlara ve kendi hayatlarına dış gözle bir bakışı. Bu dışsal gözle bakışın modern bir gözlükle olduğuna şüphe yok. Modern gözlük diyorum çünkü Mehmet Manas’ın kendi gözleri taşrada yaşadığı yılların köylülüğünü taşıyor ancak İstanbul’da ‘modern bir gözlük’ takarak Mehmet Manas bambaşka bir İstanbul hayatı yaşıyor.
Karşı Roman’ın satır aralarında sıklıkla İstanbul’un semtlerinin, caddelerinin, sokaklarının, camilerinin ve mezarlıklarının ismiyle karşılaşıyoruz. Mehmet Manas karakterinin evinin olduğunu tahmin ettiğimiz Surp Haç Ermeni mezarlığının karşısındaki cihette, Nuh Kuyusu Caddesi üzerindeki ara sokaklardan birinde olan Güçlü Apartmanı da Ayçil’in romanında sıkça dile getirdiği muhitlerden.
Yine, Ali Ayçil başka romanlara, roman karakterlerine ve yazarlarına gönderme yapmayı ihmal etmemiş. Bu tarzda bir metinlerarasılık yöntemine başvurmanın Karşı Roman’a pek yakıştığını söyleyelim. Böylelikle, Ali Ayçil, verdiği atıf ve referanslarıyla Türk ve dünya edebiyatı literatüründeki rüşdünü de ispat ediyor.
Ali Ayçil, Karşı Roman’da kullandığı dil ve üslup bakımından bana Orhan Pamuk’u hatırlattı. Kitabı okurken küçük hacimli bir Orhan Pamuk romanı okuyor olduğum hissine kapıldım. Belki de bu hissin sebebi Ali Ayçil’in de kendini Tanpınar geleneğine ait hissetmesi. Zaten, Orhan Pamuk’un romanlarını okumuş bir Türkiyeli yazarın kendi yazınlarında bu üsluptan detaylarda esinlenmesi ve ilham alması çok muhtemeldir. Ayçil, romanında, Orhan Pamuk’un aksine bölümleri, karakterleri, mekânı ve zamanı birbirinden sarih bir biçimde ayırmamış. Bütün karakterler ve mekânlar hücuma kalkan bir ordu gibi hep birlikte okuyucunun karşısına çıkıyor. Öte yandan, satırlar ilerlerken hücuma kalkan bu yekûn; kişiler, mekânlar ve hikâyeler vasıtasıyla girift bir labirente dönüşüyor.
Romanın yazılış biçimi hakkında da birkaç kelâm etmek isterim. Karşı Roman’ı üsluba ve biçime dair eleştirel bir cihetle okurken romanın ne şekilde yazıldığını merak etmekten kendimi alamadım. Eğer ki hislerim beni yanıltmıyorsa, Ali Ayçil, bu romanı ‘bir çırpıda’ yazmış ve metne daha sonradan çok fazla bir cerrahi müdahalede bulunmamış. Gerçi, kendisi romanda, “ayrıntı insanıydım” (s.100) diyor. Muhakkak ki ilk yazımdan sonra roman metni üzerinde birtakım tashihler yapılmıştır ancak metin, üslubunun akıcılığı ve birtakım çelişki gibi görünen biçimsel özellikleriyle, ham metnin orijinalitesi hissini ve güvenini veriyor.
Ali Ayçil’in âdeta bir karşıtlıklar ve ikilemler romanı yazdığını söyleyebiliriz. Karşı Roman’da birçok ikilik var: Karaşın ve Sarışın, Ölüm ve Parfüm, Kırıkkale ve Parabellum, Henkür ve Menkür, Erkek ve Kadın, Tanrı ve Uhut, Dağ ve Tepe, Mümtaz ve Pervin Taşoluk, Ecevit ve Rahşan Hanım, Süleyman Demirel ve Nazmiye Hanım.
Yine, Umut Yayın ve Kitabevi’ndeki ‘Krallar Masası’nda da ikilikler devam ediyor: Sağ ve sol, siyah ve beyaz, iyi ve kötü, vasat zekâ ve zekâ, erkek ve kadın, şair ve hikâyeci, okur ve yazar. ‘Krallar Masası’ bütün bu ikiliklerin ‘hürce’ karşılaştığı bir ortam. Ali Ayçil’in ‘Krallar Masası’ndaki olayları ve sahneleri başarılı bir tasvirle birçok edebiyat erbabına nostaljik gelecek bir surette anlattığını belirtelim.
Ali Ayçil’in baş karakteri Mehmet Manas, Karşı Roman’da anlatılan hayat hikâyesinde hep bir hayatta kalma (survival) mücadelesi içerisindedir. Belki de Mehmet’in hayatta kalması ve yaşıyor olması bir talihten ibarettir. Ali Ayçil şöyle sıralıyor kurtarıcılarını: “Aklımı çift kanatlı kapının arkasındaki kütüphane, bedenimi kurtlar ve tabiat, ruhumu annem korudu diye söylendim; dört koruyucum oldu, asla daha fazlası değil.” (s.55) Evet, ilk çocukluk günlerinden itibaren Mehmet Manas’ın hayatını bağışlayan, hatta bir ‘karşı tarih’ insanı olarak onu koruyan kurtlar ve tabiat olmuştur. Bu hayatta kalma mücadelesi varoluşsal kaygılar taşımanın da ötesindedir.
Ali Ayçil’in Karşı Roman’da “Bir şehir” başlıklı bölümün ayrıca dikkatimi çektiğini ifade etmek isterim. Bu bölümde, Ayçil, buram buram memleket kokan bir Erzurum tasviri yapmış. Güzel bir şekilde de yapmış, üstelik. Yani, Karşı Roman yalnızca bir ‘karşı tarih’ anlatısı geliştirerek ‘İstanbul iyi, taşra berbat’ yaklaşımına sığınmıyor. Payitaht şehri İstanbul’un modern ve medeni imkânlarının karşısına; Anadolu’nun kardeşliğini, ahlâk timsali kadınlarını, edeplerinden yüzlerini kızaran delikanlılarını, elleri kınalı genç kızlarını, kurnalarından buz gibi sular akan çeşmelerini koyuyor. İyi de yapıyor, Ali Ayçil.
Karşı Roman için taşradan İstanbul’a uzanan ‘sıradan gibi görünen bir hayatın’ anlatısı diyebiliriz. Ali Ayçil, bu romanıyla bana, sırf yaşamaktan dolayı acı çeken bir adamın acısını hatırlatıyor. Öyle bir acı ki bu, yaşıyor olmaktan ve öğrenerek büyümekten mütevellit. Mehmet Manas’ın acısı roman okuyucularının acılarıyla bir araya geliyor, büyüyor ve roman içindeki labirent tam bir keşmekeşe dönüşüyor.
Gazi Giray Günaydın