Şair İsmet Özel’in 9 Ekim 2024 tarihli “Es Geçtim Dünyadaki Cenneti” serlevhalı yazısının üzerimde bıraktığı intibaya dair birkaç kelâm etmek isterim. Yazı ilgimi çekiyor demek ki benim de yazılıp çizilenler hakkında bir meselem var. Ne demek istiyor İsmet Özel? Şairin makalesini isteyenler açıp okuyabilir. Şairin kendi yazdıklarına direkt olarak değinmeden, kendi havsalam üzerinden dünya cennetinden kaçmak nasıl olurmuş, bakalım.
Üniversite tahsil ettiğim ilk yıllar Cahit Zarifoğlu şiirini anlayarak okumaya başladığım zamanlara rastlar. Zarifoğlu şiirinde, anlâmsızlıklar içinde bir anlâm bulmuşumdur. “Uyarılan Şair” şiirinin son kısmı dikkatimi çekmekle kalmamış, beni etkilemiştir: “Yazdıkların şiir değilse kalsın / Cennetse sevdan çık dışarı” Evet, dünya cennetinden kaçmakla alâkalıdır imtihanım ve meselem.
Şiir üzerine yazmayı doğru bulmam. Şiir, şiir olmaktan ibârettir. İzâhı yazmakla olmaz. Herkesin kendisine mahsustur. Fakat oyundan çıkmadığımız ve dünya cennetinde de gözümüz olmadığı için Zarifoğlu’nun şiiri üzerine düşünebilir ve birkaç satır yazabiliriz.
Ben, Zarifoğlu’nun ima ettiği mânânın ve “çık dışarı” dediği cennetin bir ‘dünya cenneti’ olduğunu anlıyorum. Bu yüzden, ahlâkın ve uğruna zahmet çekilesi bir mücadelenin öncelikle dünya cennetinde gözü olmamakla başladığını biliyorum. Dünya cennetine prim vermemek Müslümanlığın da asgari bir gereğidir.
Ancak kendine Müslüman tanımlaması yapmayan bir ahlâklı insan için de dünya cennetinden kaçmak mümkündür. Her şeyden önce kendimize bir ahlâk edinerek ve dünya nimetlerine karşı ihtiyatlı olarak dünya cennetine karşı kendimize bir mevzi edinebiliriz.
Dünya cennetinden kaçmak hayatı perişanlık ve sefillik içinde mi yaşamaktır? Hayır, tam olarak öyle değil. Öyle olsaydı, düşkünlük veya pespayelik içinde yaşamak makbul olurdu. Dünya cennetinden kaçmak Müslümanların yine Müslüman kardeşinin eliyle düzeltmesi gereken bir yoksunluğun ve eksikliğin adı değildir. Her şeyden önce bir ahlâktır. Bilinçtir. Paylaşmaktır. Ahirete inanmaktır. Ve bize bu dünyada mahrum kaldığımız dünya nimetlerinden çok daha hayırlı ve güzel olanın ebedi yurt olan ahiret hayatında verileceğini bilip kalben mutmain olmaktır.
İşte, şair Cahit Zarifoğlu, şiirinde bize ‘dünya hayatındaki cenneti’ sevda edinmişsen ‘çık’, ‘benden değilsin’ diyor. Şairin şiirindeki mısradan ilâve bir anlâm daha çıkarmak mümkün: Eğer ki Allah sevgisini ve imanı gözetmeksizin sadece bir ödüllendirme niyetiyle bir ahiret cennetini sevda edinmişsen de “çık dışarı” diyor. Cahit Zarifoğlu gerçekten de haklıdır çünkü cenneti hak etmeyi yalnızca bir ödüllendirme ve mükâfat olarak görmek bir tür köpekleşmedir. Allah resulü Hz. Muhammed (s.a.v.), ehli beyti ve sahabeler insanlar arasında en üstün olanlardı ve onlar Allah’ın son ve hak dini olan İslâma ve Allah resulüne karşılıksız bir şekilde gönülden bağlıydılar. Bu cihetten bakınca, dünya cennetini terk etmek kadar ahiret cennetini yalnızca bir mükâfat olarak görmemenin önemini anlayabiliriz.
Yeni dünya ‘Amerika’yı keşfederek kuruldu. Amerika, dünyanın ötesinden ayrılıp yerlilerin kıtasında bir ‘dünya cenneti’ olarak kuruldu. Kapitalist ekonominin vaadi zaten yeryüzünde dünya cennetinin bir ferdi olarak yaşayan kişiliksiz nesneler/objeler ortaya çıkarmak değil midir? Dünya cennetinden kaçınmak bir nevi Amerikalılaşmamakla mümkündür. Yahudileşmemektir.
‘Ne mümkün’ diyeceksiniz… Zor biliyorum ama karınca kararınca mümkün.
Amerika, bize “simülasyon” içinde bir ‘dünya cenneti’ vaat etmiştir. Dünya cennetini elde etmek için kolay yol Amerika’nın ‘harikalar dünyası’na gitmektir. Jean Baudrillard’ın “simülasyon” teorisinden hareketle pekâlâ Amerika’nın bir ‘cennet simülasyonu’ olduğunu söyleyebiliriz.
Nasıl ki Disneyland, bütün dertlerin ve sıkıntıların unutularak sadece ‘mutlu olunan’ çepeçevre bir cennet tasarımıysa; Amerika da öteki kıtaların dert ve tasalarının olmadığı ‘özgürce’ yaşanabilecek ‘dünya cenneti’dir.
Gelgelelim, Berlin Duvarı’nın yıkılıp Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve hatta biraz daha öncesinden itibaren yirminci yüzyılda dünya halkları Amerikalılaşmıştır. Ancak bugün yirmi birinci yüzyılda bütün dünyada Amerikalılaşma temayülü olduğu için ‘dünya cenneti’nin sevdasına düşmek bütün dünya halkları için muhtemel olmuştur.
Dünya cennetinden kaçmak için her şeyden önce parayla olan münasebetimizi gözden geçirmeliyiz. Yine, herhangi bir makam/mevki mi bizi yüceltiyor; yoksa, biz mi bulunduğumuz makama değer katıyoruz, sorusuna hakkıyla cevap verebilmek mecburiyetindeyiz. Gündelik işlerimizi yaparken kendimize karşı dürüst olmalıyız. Yaptığımız dünyalık işlerde de ahireti gözetmeliyiz.
Tercihlerimiz, kararlarımız ve ortaya koyduğumuz irade ‘kapital’e mi hizmet ediyor; yoksa emeğin, alın terinin, özgünlüğün ve hürriyetin birer nişanesi mi?
Her şeyden önce iyi bir insan olarak ve kendimize edindiğimiz vesair prensiplerle hayatımızın muhasebesini yapmalıyız.
Biz, yeryüzünde dönen menfaatperest ve akçeli çarkın bir dişlisi miyiz; yoksa adaletsizliklerin, haksızlıkların, kul hakkı yemenin olağan olduğu bir düzenin dümenine çomak sokmakta marifet gösterebiliyor muyuz?
Bize bağışlanan nimetlerin şükrünü ne kadar gösterebiliyoruz ve mahrum kaldıklarımız için ne denli tevekkül edebiliyoruz? Dünya cennetinden kaçınıp ahiret hayatındaki cenneti hak edebiliyor muyuz? Ahlâkımız bizi dünya cennetinden kaçarak daha iyi, haysiyetli, erdemli ve vasıflı bir insan hâline getirebiliyor mu?
Dünya cennetini bir Müslüman ya da ahlâklı bir insan olarak mevkimiz ve mevzimiz fark etmeksizin elimizin tersiyle itebiliyorsak o vakit bu topraklarda gerçek bir değişim için umutlanabiliriz.
Gazi Giray Günaydın