İslam dininin beş temel esasından biri, ramazan ayında oruç tutmaktır. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden bir buçuk yıl sonra, şaban ayının onuncu gününde oruç, Müslümanlara farz kılınmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şu şekilde ifade edilmektedir: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Oruç, sayılı günlerdedir.” (Bakara, 2/183-184)
Fıkıh terimi olarak oruç, imsak vaktinden iftar vaktine kadar ibadet niyetiyle ve bilinçli olarak yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmayı ifade etmektedir. Bir kimsenin oruç ibadetiyle yükümlü sayılması için Müslüman olması, ergenlik çağına ulaşmış olması ve akıl sağlığının yerinde olması gerekmektedir.
Ramazan orucunu tutmamayı mübah kılan bazı durumlar bulunmaktadır. Bunlardan biri yolculuk halidir. Asıl vatanından geçici olarak 90 km veya daha uzak bir mesafeye gitmek üzere yola çıkan kimse, gideceği yerde Hanefî mezhebine göre on beş gün veya daha fazla, diğer mezheplere göre giriş ve çıkış günleri hariç dört gün veya daha fazla kalmaya niyet ederse mukim, daha kısa süre kalmaya niyet ederse seferî olur. Seferî kimse, oruç tutup tutmama konusunda serbesttir. Eğer tutarsa bu kendisi için daha faziletli olur.
Oruç tutmamayı mübah kılan bir diğer durum hastalık halidir. Oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından ya da iyileşme sürecinin uzamasından endişe eden kimse, oruç tutmayabilir. Ağır hasta olup iyileşme umudu olmayan kimseler de oruç tutamadıkları her gün için fidye vermekle yükümlüdürler. Fidye, ramazan ayının başında veya sonunda nakit para ya da mal olarak ödenebilir. Hamile veya emziren kadınlar da oruç tutmamaları durumunda daha sonra kaza etmekle yükümlüdürler. Kendilerine veya bebeklerine zarar gelmesinden korkmaları hâlinde oruçlarını erteleyebilirler. İleri yaş nedeniyle oruç tutmaya güç yetiremeyen kimseler de fidye vererek bu ibadeti yerine getirebilirler. Oruç ibadetinin geçerli olabilmesi için kişinin oruca niyet etmiş olması ve orucu bozan durumlardan kaçınması gerekmektedir. Diğer ibadetlerde olduğu gibi, oruç ibadetinde de niyet şarttır. Farz, vacip ve nafile oruçlara mümkünse geceden veya sabah vaktinden önce niyet edilmelidir. Hanefî mezhebine göre, ramazan orucu ve nafile oruçlar için niyet vakti, gün batımından itibaren başlayıp ertesi gün kuşluk vaktine, hatta öğle namazı vaktine kadar devam eder. Bununla birlikte, sahura kalkıp yemek ve içmek de niyet yerine geçmektedir. Ramazan ayının her günü için ayrı ayrı niyet edilmesi gerekmektedir. Örneğin, “Yarınki ramazan orucumu tutmaya niyet ettim.” demekle niyet gerçekleşmiş olur. Orucu bozan bazı durumlar bulunmaktadır. Bunlardan ilki, bilerek ve isteyerek yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmaktır. Bu durumda hem kaza hem de kefaret gerekir. Ağza giren yağmur suyu, kar veya dolunun bilerek yutulması da orucu bozar ve kazayı gerektirir. Sabah vaktinin girip girmediğinden şüphe duyan bir kimse, yiyip içmeye devam ederken ikinci fecrin doğmuş olduğu anlaşılırsa oruç bozulur ve kazası gerekir. Ancak unutarak yiyip içmek orucu bozmaz. Bununla birlikte, unutarak yiyip içtikten sonra orucunun bozulduğunu zannederek bilerek bir şeyler yemek veya içmek, orucu bozar ve kazayı gerektirir.
Sonuç olarak, oruç ibadeti, İslam’ın temel esaslarından biri olup belirli şartlar çerçevesinde farz kılınmış bir ibadettir. Bununla birlikte, mazereti bulunan kimselere kolaylıklar sağlanmış, sağlık, yolculuk gibi durumlar göz önünde bulundurularak kaza veya fidye uygulamaları getirilmiştir. Oruç ibadetinin geçerli olması için niyet edilmesi, belirlenen vakitlerde yerine getirilmesi ve orucu bozan durumlardan kaçınılması gerekmektedir.
Rukiye Çolakoğlu
Atakum Vaizi