"Dost dost diye nicesine sarıldım, benim sadık yarim kara topraktır"
diyen Aşık Veysel'e hak vermemek mümkün mü?..
Dostu; düşmüşse kaldırmak, açsa doyurmak, çıplaksa giydirmek
gerekmez miydi?..
Bizi biz yapan ve diğer toplumlardan farklı
kılan
değerler,
giderek kayboluyor...
Birbirimize manevi
destek olmayı bıraktık,
bir talepte
bulunur diye,
"Selam" bile
vermez hale
geldik...
Ve böylece yalnızlaştık!..
Evlere kapandık...
Sokağı
bilmeyen
çocuklar,
sanal alemin
dipsiz kuyusunda,
hatıraları olmadan
büyüyor...
Bu yılın son gününde,
yeniden "Biz" olmak
umudunu
taşıyarak,
yazarını bilmediğim
"Dostluk ipi" öyküsünü paylaşıyorum...
* * *
Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve
küçücük bir dükkanı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama
pek az para kazanırmış.
Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken, elektrik
sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık
ne bir işi varmış ne de parası.
Günler boyu iş aramış ama bulamamış. Yük taşımış,
bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para
kazanamamış.
Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir
bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini.
Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki
parktan başka gidecek yeri yokmuş.
Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında.
Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta
otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya
çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, "Yalnız bırakın
beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir iş adamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç
adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş.
Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri
geçiveren ihtiyar, "Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur,
ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın
ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de
yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini
düşünüyormuş.
Yaşlı iş adamı terzinin yanına yaklaşıp, "Ne o evlat, bu ayazda parkta
donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını
düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş"
diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki
paltoya onca para ödediği halde
kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?"
diye soran yaşlı adam, "Ben terziyim" yanıtını alınca "Benimle
gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş terziyi. Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş.
Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen
iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para
vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın
dikmesiymiş.
Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla
deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı iş adamı da desteğini
esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler
almasını sağlıyormuş.
Küçük dükkan önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok
ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "Ünlü iş adamı" diye
anılır olmuş.
Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş
bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine
az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra
yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir
cankurtaran çağrılarak hastaneye kaldırılmış.
Yeni iş adamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği
için uçağa yetişmiş.
Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan
da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş.
Fakat terzi, daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken; bir
türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın
kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye
başlamış.
Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük
bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata
yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar, yine de onu kabul
etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini
istemiş.
Ve başlamış anlatmaya:
"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede
yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde
yangın çıkmış ve bu yangın, bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse
ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola
koyulmuş.
Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini
duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş.
Bülbül ona "Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle
bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye
başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın"
demiş. Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye
başlamış.
Oduncu, o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı
söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş.
Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği, bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün
yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım
isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek
üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca
parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri
başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine
sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.
Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden
canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu
anlamış.
Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden
bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini
koparmasaydın..."
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir
sözü yokmuş...
* * *
Yeni yılınızı en içten dileklerimle kutlar; sağlık, huzur ve
mutluluklar dilerim...