Her kitap, kapağını açtığımız anda bizi bambaşka bir dünyaya götüren bir kapıdır. Sayfalar ilerledikçe, yalnızca kelimelerle değil, duygularla, hayallerle, düşüncelerle bir yolculuğa çıkarız. Bu yolculuk bazen uzak diyarlara, tarihin derinliklerine, bazen de içimize, kalbimizin en sessiz köşelerine olur. Kitaplar, zamanın zincirlerini kırar; bir anda yüz yıl öncesine, başka bir gezegene, ya da hiç var olmayan hayalî bir evrene ışınlar bizi.
Bir roman okurken, bir karakterin gözünden dünyayı görürüz. Onun acılarını hisseder, sevinçleriyle coşar, kararlarıyla sorgularız kendimizi. Bir şiir, birkaç dizeyle içimizde bastırdığımız duyguları açığa çıkarabilir; bir deneme, yıllardır fark etmediğimiz bir bakış açısını sunabilir. İşte bu yüzden her kitap, sadece bir hikâye anlatmaz — bizi dönüştürür.
Kitaplarla yaptığımız yolculukların en güzeli belki de kendi benliğimize doğru olanıdır. Bazı satırlar bize kendimizi anlatır, bazıları olmak istediğimiz kişiyi gösterir. Kimi zaman bir yazarın cümlelerinde “Ben de böyle hissediyorum” deriz içimizden; işte o an yalnız olmadığımızı fark ederiz.
Ve her kitap, farklı bir yolculuk sunar okuyucusuna. Aynı kitabı okuyan iki kişi, aynı yoldan geçiyor gibi görünse de, her biri başka bir harita taşır elinde. Çünkü her yolculuk, okuyanın kalbinde ve zihninde yeniden şekillenir. Bu yüzden kitaplar, en kişisel, en özgür yolculuklardır aslında.
Kitaplar bitse bile, bu yolculuklar asla sona ermez. Sayfalar kapanır, ama bizde bıraktığı izler kalır. Bazen bir cümle, bir ömür boyu bizimle yürür. Bazen bir karakter, gerçek hayattaki bir dost kadar yakın olur bize. Ve her yeni kitapla, yeniden yola çıkarız; her defasında biraz daha büyür, biraz daha değişiriz.
Çünkü her kitap bir yolculuktur — kelimelerle kurulan, hayallerle beslenen, ruhla yapılan bir yolculuk…